12 sene önce…

17 Ağustos 1999… Saat gece yarısını geçmiş haldeyken 13-14 yaşlarında bir çocuk yatağında uyuyamamaktaydı. Yattığı çekyatın cama bakan kısmından gökyüzüne bakmak istedi. Perdeyi şöyle bir araladı, dışarıdaki gökyüzünde bulutlar azalmaya başlamıştı. Pek bir anlam veremedi, perdeyi kapattığı gibi uyumaya çalıştı. Bir sağına, bir soluna döndü. Yok, uyuyamıyordu. O her döndüğünde dalıyordu aslında,  ama her gözünü açtığında hiç uyumamış hissediyordu kendini.

Böyle saatler ve dakikalar birbirini kovaladı. Saat 02.58 gibi lavaboya gitti. Tam bu andaydı, çünkü saate bakmıştı. Ardından gelip yatağına yattığında saate tekrar baktı. Saat 03.00 olmuştu…

Tekrar camı araladı. Gökyüzü rengarenk olmuştu. Tam buna anlam vermeye başlamıştı ki, tüm hayvanların –ama tüm hayvanların, en azından sesini bildiklerinin– aynı anda bağırmasına benzeyen ve hiç mi hiç hoşuna gitmeyen bir ses duydu. Saate baktı saat 03.02 gibi olmuştu. Bu sırada daha önce filmlerde gördüğü gibi sallanmaya başladı evin içi. Çok korkmuştu. Hemen sağ tarafında yatan, mışıl mışıl uyuyan kardeşine bakmak isteğiyle sağına dönüp dizleri üstüne durmaya çalıştı. Ama bir anda kendini kardeşinin dibinde buldu. Sırtı az da olsa acıyordu.

Tam oraya nasıl geldiğini düşünecekti ki kardeşi uyandı. “-Abi” diye ses etti ama abisi zaten yanındaydı. Onu sarmalıyıp “-bişi yok, bişi yok geçecek” demeye başladı. Kafasını içgüdüsel olarak kardeşinin başının üstüne koydu. Vücudunu ona siper etti. O sırada annesinin ve babasının sesini duydu. Annesi “çocuklar!” diye seslendi. Babası ise “yataktan çıkma! İyiler!” diyebildi. Ama babası bundan ne kadar emindi orası belli değildi.

Deprem durana kadar, kardeşini koruma içgüdüsüyle yanından ayrılmadı. Durduğu anda ise şanslı olduklarını farkettiler. 3. kattaki, 30 senelik ev yerli yerinde duruyordu. Tek düşen ise vitrinin içindeki sigara paketiydi.

Tüm İstanbul 12 sene önce bu ve bunun gibi hikayelere sahne oldu. Gecenin bir vakti, hiç ummadığı anda geldi Doğa ananın kızgınlığı. Gölcük’ü yuttu, Düzce’yi vurdu, İstanbul’a kadar ulaştı, alabildiği kadar insanı yerin dibine çekti…

Türkiye bu derece yıkıcı, acı dolu ve toplu bir katliama benzeyen bir ölüm ile ilk defa yüzyüzeydi…. Yaralar sarılmaya çalışıldı belki ama daha acıların başlangıcıydı bu…

12 sene önce işte ben kardeşimi korumak için içgüdüsel olarak nasıl birşeyler yaptıysam, Tüm ülke Gölcük’ü ve tüm hayatın, evini kaybeden insanların yaralarını hafifletmek için aynı içgüdüyle çabaladı…

17 Ağustos 1999 günü kaybettiğimiz tüm kardeşlerimize Allah’tan Rahmet, bugüne ulaşanlara ise sabır ve kolaylık diliyorum…

Selametle…