Unutmak bazen o kadar kolay gelir ki insana. Hemen yabancı bir ten arasın etrafında. Herhangi bir şeyi unutmak için değil belki ama, birini unutmak için yalan söylersin, bilmediğin, keşfetmediğin o tenin kokusunu içine çekersin, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir gece geçirirsin belki, unutmak istediğini unutur sadece “o” ana odaklanırsın bazen. Yalan söylediğin de aklından çıkar gider, sevişirken o tenin “onun” teni olduğunu farz eder adını söylersin. Bir an için buz da kesilse ortalık, yabancının teni de umursamaz, aldığı zevke bakar.
Sonralarında ise tekrar başına dank eder unutamamış olmanın gerçekliği. Bir an durur ve düşünürsün ama nafiledir her şey. Üzgün olduğun için değil ama ağlamak istediğin için ağlarsın. Bunu öyle yaparsın ki bu gözyaşlarının içine aktığını hissetmezsin. Kalbinin kor haline düşen her damla gözyaşın bir söndürme işlemine başlar. Sen yandıkça o damlalar bu ateşin üstünü yavaş yavaş örtmeye başlar. Lavların suyun içine düştüğünde çıkardıkları duman gibi zehirli olur yaptığın hareketler.
Kırarsın birilerini, birini, kendini. Söver durursun, içersin zum olursun. Küfeye gerek kalmaz taksicilere ödediğin paralar varken.
Şarkılar içinde kaybolursun sonra, hem içer, hem söylersin. Ağlarsın tekrar ve tekrar. Her seferinde daha fazla ağlarsın, ta ki içindeki şey –yani kalbin- taş oluncaya kadar.
Binlere kez yemin edersin, “aşk” denen olguya küfredersin. Öyle ağır laflar kullanırsın ki sonralarında yalamak o kadar zor gelir yerden sana.
Ama şöyle de bir şey vardır, istediğin kadar taşlaştır o kalbi, bir gün yolda, bir yere giderken ya da herhangi bir yerde –eğer karşılaşırsan “o”nunla – o kor alev öyle bir yanmaya başlar ki… Bunu değil sen, yukarıdan yardım alan en kral adam bile söndüremez…
Unutmak böyledir işte… Unutamazsın bazı şeyleri…