“Güncel” Hakkımda…

Darbe etkilerinin yavaş yavaş azalmaya başladığı ama başka şeylerin patlak verdiği 86 kışının çocuğuyum ben. Çetin geçen kış zamanı İstanbul’un Taşlı tarlasının bir meyvesiyim. Cadde çocuğuyum. Yanlış anlamayın hemen. Evimizin merdivenleri direkt caddeye iniyordu, bu söylem ondan.

Çok sosyal olmayan çocukluğun belirli dönemlerinde, daha ergenliğe erişmeden başladı evden kaçma girişimlerim. Hatta bir keresinde arkadaşıma gitmiştim de annemler polis dâhil bütün birimleri ayaklandırmışlardı akşamüstü ben eve dönesiye kadar. Sonuç mu? Tabii ki azar ve ağlamaklı gözlerle –hatta ağlayan gözlerle- bana sarılan annem.

Polis amcalarla geçirilen bisküvili ve sütlü -Allahtan o zamanın sütleri temizdi- muhabbetten sonra eve dönüş. Hem de kırmızı mavi ışıkları olan ve beni bir daha evden kaçmaya teşvik edebilecek kadar güzel o arabayla. Tabii buna tam manasıyla kaçmak da denilemez ya, çocuk aklı işte. Anneye babaya haber vermeden arkadaşa gitmek. Kesin bir şeye kızmışımdır.

Ergenliğin ilk sivilcesine kadar pasif geçen bir çocukluk bölümü daha. Orta okul denen şeyde iki şeyi sevdim. Bunlardan biri İngilizce, İkincisi ise bilgisayar. Şimdiki mesleğime de o zamanlarda temel attım diyebilirim. Ha bir de bu satırları kendimce düzgün yazmaya ya da hayal kurduğum şeyleri kaleme almaya yetebilecek kadar Edebiyat sevgisi. Bununla da iki buçuk üzerinden üç olabilir gibi görünüyor.

Neyse ilk ergenlik sivilcesi ile birlikte gelen sakallanma safhası en çok kaşlarıma vurdu. Tekirdağlı olduğuma bakmayın siz. Beni dışarıdan görenler mutlaka Diyarbakır, Batman ve çevresindeki illerden birinden olduğumu sanır. Hoş doğudaki hangi ilden olursam olayım benim için hava hoş. Memleket değil mi en nihayetinde. Dediğim gibi kaşlarda da bir yakınlaşma girişimi oldu. Sakalları kestik, sivilceleri güzelce sabunladık, iz kalmadan hallettik. Ama kaşlara askerliğe kadar pek çözüm üretemedim. Gerçi saolsunlar onlar da bana çok eziyet çektirmediler.

Şurada lise hayatına da değinmek gerek. Hani biz erkeklerin beyni ile cinsel organlarının yer değiştirdiği zamana. O bölümde çok büyük şatafat vardı. Deniz kenarında bir okul ve subay tadında giyilen beyaz tören kıyafetleri. Denizcilik okurken bile aklım edebiyat, İngilizce ve bilgisayardan başka bir şey görmedi diyebilirim. Hatta iki ya da üç sene okul müsamerelerinde, toplantılarında, sunumlarında sunuculuk yapmışlığım bile vardır. Ergenlikte eklenen tok mu tok ses saolsun. Kızlara karşı alınan hayvansı cinsellik tavırları, öpüşmeler ve bununla ilgili pek çok ilerleme hakkında detaylıca, uzun uzadıya yazacak değilim. Sonuçta arkamızdan “vay p.vengin oğlu” diyebilirler. Ve hatta isim verme gafletine düşersem -okul isimlerini de yazarsam vay halime- şimdilerde nişanlı falan olanların ilişkilerine ket vurmayayım.

Askerlik konusu geldi çattı. Bir sene gecikmeli gittik askere işte. 2007 de silah altına alındığımda, askerliğini yapmamış her Türk evladı gibi, elime çok fazla silah almışlığım yoktu. Sağa sola dönmeyi de beden derslerinden kaptığım kadarıyla biliyordum. En nihayetinde Muhabere Onbaşı vasfıyla askerliğimi de on beş ay dolu dolu tamamlayıp evime döndüm.

Sonrası zaten iş güç. 2008 yılında blogumu tekrar açtım. O günden bu güne dek çok da yazı yazmamışım. Yazarız icap ederse.

Neyse, ben niye yazdım bu yazıyı tam olarak bilemesem de…
Selametle…